Çocuk gibi düşünebildiğimiz, huzurlu, mutlu, bol sağlıklı, hop-hoplu, zıp-zıplı bir yeni yıl geliyor olsun istiyorum. Sevmeyi bilmeyenlerin öğrendiği, sevgilerin paylaşarak pekiştiği, az ağladığımız çok çok güldüğümüz, güpgüzel haberler aldığımız, şepşeker günlerimizle dolu olacak bir sene olsun istiyorum.
Herşey hayal edemeyeceğimiz kadar rengarenk olsun. Hepiciğiniziii çook seviyoooruuuum.
Bu aşağıda ki şarkı da sincosh'un size Abba'dan hediyesi :O)
Klasik müziğin bir sütün tadını değiştirip
değiştirmeyeceğini deneyimleyemediğim için açıkcası kendi fikrimi
söyleyemiyorum biliyorsunuz bizde böyle şeyler için yola dökülen insan profili
henüz oluşmuş değil.
Gerçi baktığımızda bu yola çıkışta oldukça reklam kokulu bir
durum fakat içinde klasik müzik ve inek kardeşlerimiz olunca durumun kokusu benim
nezdimde biraz misleniyor işte :O)
Müziğin -özellikle de
klasik müziğin- inekler ve dolayısıyla da süt lezizliği üzerinde olumlu
etkilerinin olduğu bilimsel bir gerçekmiş ki benim de yeni haberim oldu.
Okuduğum yayın der ki: Jung von Matt yaratıcı ekibi, Dortmund şehrinin klasik müzik merkeziKonzerthaus Dortmundiçin harika bir tanıtım konsepti yapış.Dortmund
Filarmoni Orkestrası sanatçıları şehrin dışında bir çiftliğin yollarına düşmüş
ve burada yüzlerce şanslı inek için özel bir konser vermişler. Bunu takip eden
günlerde 9 farklı bestecinin eserleri ineklere düzenli olarak dinletilmiş. Bu
ineklerden sağılan taze süt, 9 farklı müzik zevkine ithafen şişelenmiş ve
böyleceKonzertmilch Dortmundsütleri raflardaki yerini almaya başlamış.
Sonuç ise inanılmaz:
İnsanlar bu harika fikrin ürünü olan sütlerin tadına bakmak için sıraya
girmişler. Ayrıca Konzerthaus Dortmund bugüne kadar klasik müzikle pek alakası
olmayan dinleyicilerin bile ilgisini cezbetmeyi başarmış, böylece en kârlı
sezonunu yaşamış.
NOT: İlgili alıntı Süt kutusundan okunmuştur ve ilgilenilmiştir.
21 Aralık 2011 Çarşamba
BİSİKLET
19 Aralık 2011 Pazartesi
I FEEL GOOOD TODAY
Bilinçaltına mesaj gönderme temalı bir güne, bir pazartesine selam olsun. Haftasonu biraz acıklı geçti malesef :O( sevgili boyun pörtleğim beni çok üzdü bu haftasonu; bilhassa dün iyice bir ortaya çıkıp beni çook özlediğini gösterdi :O) Bu özlem karşısında gözyaşlarıma da engel olmadım tabi.
Halen süper değilim lakin bir haftaya da nasıl başlarsan öyle gider düşüncesinde bir insanım. Yeni güne terapi ile başladım diyebilirim önce yatakta sevgili kemiklerimi ve kaslarımı rahatlattım sonra buz gibi suyla günaaaaydıııın! dedim güne. Yukarıda ki çalışmayı çok beğenmiştim bugüne çok yakıştı bence, her yeni gün daha da iyi başlayacağımız günler ile dolu olsun. Su gibi hafta diliyorum Sincosh severler ve Sincosh selamlarımı gönderiyorum.
14 Aralık 2011 Çarşamba
Jazz for Cows
Sevimli şeyler nasıl da şenlendirir insanı bu yoğun iş gününün ardından izlediğim bu video beni nasıl mutlu etti anlatamam. Bu gördüğüm en sevimli konser hem de inek arkadaşlarımız için.
muhteşemiiin Ş'sinin ballı tarçınlı bir çörek olduğu durumdur daha ne olsun.
Hepimizin içinde uyandırabileceğimiz bir çocuk var
sadece dürtün yeter
Sincosh selamlarımla,
8 Aralık 2011 Perşembe
HUZUR
Ateş böcekleri,
Masa ayağına iliştirilen bir çiçek
Kuş sesleri
Huzuuur....
Saçlarını dağıtan rüzgar
Gidiş....
Beklenmedik yerlerde bulunan çiçekler
Süpriz....
Benim de çocukken topladığım yeşil parlak böcekler
Sessizliğin çoşkunluğu
Bekleyiş....
Yemyeşil yaprakların arasına saklanmış gelincik
Aşk
Bu saatte kafamda ki tüm sesler sustu, sessizliğin içindeyim ve aklımın kancaları kancalarını gizlediğinde artık tüm sesleri duyabilirim bu dinginliğin coşkusu öyle tarifsizdir ki.... Mutlu, huzurlu bir akşam dilerim.
Madem blogumun adı sevimli şeyler o zaman biraz da minnoş işler koyma vakti geldide geçiyor bile. Çocukken TV'de yaldızlı kağıtlardan Origami yaptıkları bir çocuk programı vardı tüm hafta yediğim çikolataların folyolarını itina ile biriktiridim onlarla birlikte yapabilmek için.
Sonra yapıp yapıp birilerine hediye ederdim hatta annaneme yazdığım mektupların içine koyadım o da benim için vitrininde sergilerdi onları; halen de çok severim origami işlerini, hele bazıları var ki tamda dudak ısırttıracak cinsten.
Badem ben bir sincosh'um o zaman hemen aşağıya bir sincosh origamisi koyuyorum.
Muhakkak aşağıda ki siteye göz atın inanılmaz bir site nerdeyse yok yok, ayrıca hepsi için yapımını anlatan bir video bile eklenmiş muhteş bir site yani hepimize hayırlı uğurlu olsun.
Sincosh selamlarımla,
PS: Eh yılbaşıda yakınlaştığına göre renk renk kağıtlar alıp, eviniz yada eşinize dostunuza hediye etmeniz için
ilk denemeniz Christmas temalı olanlar olsun bence, bende tarçınlı kurabiyemle yapmayı düşünüyorum bu altiviteyi ;O)
Çocukluk yazlarının büyük çoğunluğu Kilyos' ta geçerdi. Arkadaşımın annesi götürdü bizi, ellerimiz buruşana ve dudaklarımız morarana dek sudan çıkmazdık, o zamanlar henüz yüzmeyi bilmiyordum ama belki de herkeslerin yapmış olduğu gibi dizlerim suyun altında ki kumlarda, kolarımla yüzüyormuş gibi yaparak etrafa bakardım heyecanla, bu oyun öyle hoşuma giderdi ki rüyalarımda bol bol yüzerdim sonra. Bir gün yine orda edindiğim bir arkadaş bana suyun altında kalmayı ve hareket edebilmeyi kısaca dalmayı öğretti nasıl mutluydum anlatamam artık yüzüyordum sayılabilirdi hem yukarıda yada aşağıda ne fark ederdi ki. Artık bol bol denizkızcılık oynayabilecektim yaşansındı :O)
Suyun altını belki de bu yüzden bu kadar çok seviyor olabilirim,yüzmeyi tam olarak öğrendikten sonra bile dalıp çıkmak hep daha cazip geliyordu yüzmekten. Sanırım 2003 yazıydı, dalgıç olan arkadaşlarımla birlikte ilk defa bir dalış teknesine gittim, herkes giyip kuşanıp dalmaya gidiyordu bende arkalarından bakıyordum merakla sonra neler gördüklerini anlattırıyordum, bu kadar meraklı olunca arkadaşım bana neden sende discovery dalış denemiyorsun dedi ve o gün yeryüzünde ki tek cenneti keşfedeceğimi bilmeden denemeye karar verdim.
Başlarda yapamazmışım gibi gelmesine rağmen beni daldıran çocuk hızıma ve merakıma yetişemeyince paletimin ucundan beni yakalamaya çalışmakla geçirdi tüm dalışı, gördüklerim karşısında nasıl mutlu mesut bir insan olmuştum anlatamam. Balıklara o kadar yakından ve net bakabilmek pouuuf nefesim bitti diye çıkma derdi olmadan o kadar keyifliydi ki.
Bu keşif dalışını ne kadar zaman ballandıra ballandıra anlattım bilemiyorum ama 2004 yazında ben artık dalgıç olmuştum ve her suyun altına girdiğimde gözlerimde ki pırıltılarla çıkıyordum tekneye. Bu mutluluğu tarif edebileceğim kelimeleri seçemiyorum şuanda. Suyun altı gerçekten paha biçilemez bir cennet, eğer bir probleminiz yoksa benden size şiddetli bir tavsiye muhakkak yapmalısınız hem bir discovery dalışın hayatınızda henüz neleri değiştireceğini de bilmiyorsunuz değil mi? Denemeye değmez mi?
Tüm bunları şuanda hatırlıyor ve paylaşıyor olmamın sebebi video'yu aşağıda huzurlarınıza sunarken musmutlu su gibi bir hafta diliyorum.
Sincosh selamlarımla,
PS: Solungaçlarım kurudu
1 Aralık 2011 Perşembe
RÜYALAR ÜLKESİ
Rüyalar ülkesi; bir keşfedilmemiş
evrendir bana.
Mutlu olunan, tavşanların kovaladığı, ballı tarçınlı çöreklerin olduğu
bir harikalar diyarı, hele birde yumoş yastık ve yorganın ayrıca bir de kalın
perdelerin varsa rüyaya dalmak çok muhteşşş bir durumdur.
Uyku böcüğünün beni çoktan ısırdığı şu saatlerde aklımda bol bol rüyaya dalma pozisyonları olmasından bu yazımda rüya konulu olsun istedim.
Harikalar diyarında ki Alice’in
bile kıskanacağı rüyalar dilerken Liz Durrett' in rüya gibi sesiyle "Not Running" parçasını uyumadan önce dinlemenizi çok istedim, ben az önce yeniden dinledim ve şimdi Rüyalar ülkesinde ki randevuma yetişmeliyim.
Herkesin sanırım en az bir başucu kitabı vardır, yani ille de başının ucunda durmak zorunda değildir tabi ama kitaplığının tozlu raflarından senede bir bile olsa hep aynı kitabı çıkarıp okuyorsan işte ona başucu kitabı dersin benim sözlüğümde.
Ekşi sözlükte de şöyle deyişler var ilgilenirsen ; http://www.eksisozluk.com/show.asp?t=ba%C5%9Fucu+kitab%C4%B1
İşte böyle bir kitabın neredeyse en etkilendiğim sayfasından alıntı yapacağım bu sefer;
21. Bölüm
....... Küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım
ağlayacağım” dedi tilki. “Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar
vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim. “Doğru, haklısın” dedi
tilki. “Ama ağlayacağını söyledin!” “Evet, öyle.” “O halde bunun sana
hiçbir yararı olmadı.” “Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe
seni hatırlayacağım. Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi
gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın. Sonra bana veda etmek için
buraya geri döndüğünde, sana hediye olarak bir sır vereceğim.” Küçük prens
güllere bir kez daha bakmaya gitti. “Hiçbiriniz benim gülüm gibi değilsiniz.
Çünkü henüz hiçbiriniz evcilleşmediniz. Ve siz de hiç kimseyi
evcilleştirmediniz” dedi onlara. “Siz tıpkı tilkinin benimle karşılaşmadan
önceki hali gibisiniz. Dünyadaki binlerce tilkiden yalnızca biriydi o. Ama ben
onunla dost oldum ve şimdi artık o özel bir tilki.” Güller bu duyduklarına
çok bozuldular. “Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını
feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini
söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben
onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek
rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç
tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini
dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim
gülüm.” Bunları söyledikten sonra tilkinin yanına döndü. “Elveda”
dedi. “Elveda” dedi tilki de. “Ve işte sırrım: Bu çok basit. İnsan gerçekleri
sadece kalbiyle görebilir. En temel şeyi gözler göremez.” “Temel olan şeyi
gözler göremez” diye tekrarladı küçük prens. Öğrendiğinden emin olmak
istiyordu. “Senin gülünün diğerlerinden daha önemli olmasını sağlayan şey,
ona ayırdığın vakittir” dedi küçük prens. “İnsanlar bu en önemli gerçeği
unuttular. Ama sen unutmamalısın. Evcilleştirdiğin şeye karşı her zaman
sorumlusun. Gülüne karşı sorumlusun. “Gülüme karşı sorumluyum” diye
tekrarladı küçük prens, öğrendiğinden emin olmak için. Sonra yoluna devam etti..............
İçinizde hep çocuk olacak bir taraflarınızın kalması dileklerimle musmutlu Pazartesiler.....
23 Kasım 2011 Çarşamba
AKLIMIN
KANCALARI - ( Vol 2 )
Sıcak bir gündü ve ben nerdeydim bilmiyorum ama hatırlamak istediğim,
ayağımın altının yeşil çimenlerle serinlediği, başımı kaldırdığımda gökyüzü ve
denizi görebildiğim bir yerde olduğumu hatırlamak.
….ve Bukowski
diyordu ki kulağıma: “Kimseyi
değiştiremezsin ve değiştirmeyi de isteme zaten,
Çünkü bunu yapmamalısın ne sen birinin mecburiyetisin nede başkası senin
için bir mecburiyet, bunlarla yorma hiç kendini; “Bırak, hayatına eşlik etmek isteyen seninle
gelsin”
O nerde olduğumu bilmediğim sıcak günde, tabi ki sıcaklıkta bir yanılsama
olabilir lakin bana hatırlattıkları bunlar tam Bukowski ağzından değil ama
aklımda ki kanca bana bunları yazdırıyor.
Musmutlu ve gri bir güne başlarken tontoşcan selamlarımla,
GULMEK "Gülmek iki insan arasındaki en yakın mesafedir." A smile is the shortest distance between two people Victor Borge / Komedyen ve piyanist
22 Kasım 2011 Salı
AKLIMIN KANCALARI - ( Vol 1 )
Bu yaz bayram tatilinde Eceabat'a gitmiştik ve kaldığımız otelin merdivenlerinde asılı duran aşağıda ki fotoğraf çok hoşuma gitmişti bugün internette dolaşırken tesadüfen buldum fotoğrafı ve çok çok mutlu oldum.
Ağaçlar, bu dünyada en çok sevdiğim şey. Beni hiçbir neden olmadan o kadar mutlu ediyorlar ki kendimi onların arasında bulduğumda, lunaparka giden bir çocuk kadar şaşkın ve heyecanlı bir mutluluk kaplıyor içimi.
Çalışanlar bilir, muhteşem haftasonlarından çıkıp haftaya merhabanın toplantılarla başlayan hazin selamını. Hatta bu duygu o kadar yerleşir ki içimize Pazar akşamlarından başlar kıvranmalar.
Kendime bulduğum çözümü hemen paylaşmak istiyorum, Pazar akşamları beni yumuşatacak birşeyler içerim genellikle bu duruma en güzel cevap koca bir bardak papatya çayı olur ve mümkün olabildiğince erken atarım kendimi yatacığıma, mutlu mesut kitap okumalar, bir iki not almalar vs. sonrasında uyku böcüğü ısırıverir hemencecik ve rüyalar ülkesi ile buluşma başlar.
Sabah güne “gülerek” başlarım desem fazla hikayeci bir yaklaşım olacak ki tam anlamı ile uyanana dek pekte öyle güleç filan olamam ama sabah iş yerime adım attığım zamandan öğlene dek herkes ile konuşmaya ve gülerek selamlaşmaya çalışırım asıl sır gülümsemekte bana sorarsanız eğer gülerek başlarsam haftaya tüm hafta gerçekten de supersonic geçer.
Sizce de haftaya bu şekilde başlamaya değmez mi?
Hem tüm hafta süper geçmese bile elde bir dolu gülücük olacak daha ne olsun :O)
Kokularıyla hatırladığım çocukluğumun anısı bu şarkı, bugüne çok yakışacak
20 Kasım 2011 Pazar
SONBAHAR TONTOŞLARI
Sevimli şeyler iyi hissettirir insana öyle değil mi?
Bunca kötü haberler izleyip, okumaların molasında güzel bir şeylere bakmak, güzel bir şeyler okumak cennetten bir nefes gibi.
Bugün Pazar, ertesi günün stresi nedense bugünden sarmadı beni.
Güzel bir şeyler ararken bilgisayarımda bakın paylaşacağım ne buldum :O)
Sonbaharı seven ve son güneşlerinin keyfini çıkarabilenlerin olsun bu fotoğraf.